Küçük bir sahil kentinin
her sokağı denize çıkan coğrafyasında
ve belki de yaşam zincirimin
birbirine eklediğim her halkasında
uzun bir ıslık kadar nefessiz ve yorgun
bir masal vardı aklımda kendime uydurduğum
Üç yüz gün izlediğim
yüzsüz kervanlar
gözlerine bant atılmış
hüzün taşıyan dünya!
insan acımasız
öfke anlık
ruh kırılgan
uçsuz bucaksızdı halbuki paranoya
düşlerimle
kendimi boğduğum zamanlar
bir reklam panosu olarak
sürdürdüğüm hayat
duyarlılığın karaya oturan gemisinde
içimdeki düşmandan sakındığım dünya!
Bunca yol gitmişken asla dönülmeyecek bir yolun hayalinde olmak
dokuz canını da aldığım annemin artık beni sevmiyor oluşu
herkesce bilinen ama asla dile gelmeyen şeyler
masallarla da ediniliyor çünkü mutsuzluk
oysa haritamın kayıp parçasıyken zamanın
yekpare olamayan kırılgan anları
derken, günüm geldi öldürdüm nihayet
önümdeki ıssız iklimlerin rahatlığıyla
izini sürdüğüm çöllerin akbabasını
Bir çığlık arıyorum kendime
omurgamı asılı tutmak için
çünkü yeryüzüne inerken giyindiğim hayat
yaptığım hiç bir hilenin
sonucu değiştiremediği garip bir oyun
ve gitmek istiyorum artık bilmediğim bir yerde
bildiğim bir dili konuşuyorken hala
şarkı söyleyebiliyorken kedileri seviyorken
beni çağırıyorken yine de şehrin ışıkları
masallarla ediniliyormuş bak duygusu zamanın
ki benzemiyormuş hiçbir acıya
topuğumu kesen deniz kestanesinin kanı
bir çocuğun annesini çağırışı
ya da kırılışı gökyüzüne tuttuğum aynanın
Mucizenin varolduğu yaşlarda bir çıngırak
sesi uğuldardı uzaklardan ve belki de
intihar teorileri yazdığım ergenlik piyeslerimde
son sahnede oyuna dahil olan
ve tek ayağı aksayan o çocuk kadar
öğreniyordum ben de
bu kasnağı var eden her parçadaki saçma manayı
fakat
daha ellerim bile bilmiyordu bak üşüdügünü
her sokağı denize çıkan şehrimizde
bilyelerimi çalan mazgallar
akıp giden sokaklar
kahvemdeki yılan
adımdaki karavana
belki de bunların hepsi
birer film adı olabilirdi
eğer birbirimize katledilmiş
camdan hayvancıklar hediye etmeseydik
Çöllerin öteki yüzünde duruyorum
boş bir yüzme havuzunun içinde masallar
ergen olmanın sığ sularında durgun bir öğleden sonrası
bir kulaç ötemizden
akıp gidiyorken dünya!
nasıl ki bu yüzyılın boş portresi
kol kola fotoğraf çektiren insanlarsa
kendim için planladığım
bir son var şimdi aklımda
Ne beyaz giyen bedeviler
ne çöl sahillerinde masalsı zaman
yüzümün, ölçeği olmayan haritasında
öldürdüm izinden gittiğim iklimin çekirgesini
vaktiyle çok sorular sormuş bir kadının
artık işe yaramayan organlarıyla yaptığım kolaj
meğer bana ne kadar da benziyormuş
kendime kendime giyindiğim hayat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder