18 Ağustos 2011 Perşembe

Belki adın


Günlerden neydi unutmusum
Avuçlarımda silik bir iz
Baktikca hatırlarım 
Belki Adın
Ilık bir mevsim
Uzak bir deniz

Derin mavilikler ve
Unuttuğum İyilikler icinde
Günlerden neydi hatırlamıyorum
Kamburu çıkmış bir öğle vaktiydi
Şimdi düşününce
Yıkıntıları arasında ömrümün 
Top koşturan
Elleri masmavi çocukluğum 
Soruyor musun sen de Kendine kendini?
En az benim kadar
Ilık uzak ve siliktin belki

dENNis

12 Temmuz 2011 Salı

oLDuM

Gamsız oldum
unuttum
sustum
yolsuz oldum
dünya değmiyor artık bana
almıyor şehirler beni
sakat kaldı alfabem
bir kendimle konuştum
bilmediğiniz dillerde öldüm de
tanıyamadınız yakışıklı cesedimi
sahte yakınlıklar candan mesafeler içinde
sus oldum
pus oldum
en çok da buz oldum
boğazıma çöken avuçlar içinde
eridim gittim bittim
size verdiğim
şimdi yerime ikame eden yerlerim
sevininiz
kimim diye sorarken kendime
kimse oldum
kimsesizler ülkesinde

BÜYÜKLERE MASALLAR: AşK

Hiç kimse yaslanamaz artık diktiğimiz ağaçlara
varoluşumuza yeni bir kanıt bulmak gerek
hayatta kalabilmek için bir neden
üstelik fazla düşünmeye de gerek yok
düşünmek, mutsuz kasabalarıydı yolculuğumuzun
nasılsa ”bir zamanlar” diyeceğiz, biliyorsun
bir zamanlar ile başlar ergen masalları
nasılsa anılar
şovenist bir intihar için korkuluklardan sarkıtacak
kendilerimizden herbirini
hangisi kurtarmak bizi arttıracaksa
oradan devam edeceğiz kemirmeye günleri
kalbimizde büyüyen korkunç mezarlıkta
bir sonrakinin yeri şimdiden hazır
kimse birbirinin içindeki ölüyü farketmedi
işte bu yüzdendir hüküm giymeyişimiz

Hayat sandığımızdan uzun inan
yarıda bıraktığımız kitaplar kadar
ağdalı konuşmalar, sıkıcı mesai saatleri
aramayı unuttuğumuz dostlar kadar
doymamış yağ oranı yüksek emeklilik hayallerimiz
bir dahaki seferler, öykündüğümüz roman kahramanları
”ben olsaydım”la başlayan cümleler kadar uzun
mucize ve felaket başkalarının yaşadıklarında
biz sanki,bardağın boş yarısındaki dudak izi
su kadar hafiftik ya bir zamanlar
kırılan testinin taşımadığı yük de aynı suydu
bak, böyle durumlar için klişe laflar vardır
en saçmasını bile birileri zaten söylemiştir
ne manası olacaksa tüm bir şiirin
her sorunu çözebilme yetimizin
dünyaya hükmeden beyin kıvrımlarımızın
hayattaki duruşumuz ya da duramayışımızın
yani diyorum ki
kanadı kırık bir kuşun neye yarar uçmayı bilmesi
yaşanılan an gibi,
bittiğinde yerine tanımsızlık bırakır her şey

aşk, kaplumbağa hızıyla çekilir aramızdan

Ne kaldı acaba bizden geriye
düşünüyorum da ne kalabilir geriye yitip gidenden
yığınla fotoğraf, bir tomar mektup, üç-beş giysi mi
yani eşyanın çekirdeğine mahkum edilen duygu
maddeye yüklediğimiz saçma anlam
kaldırıp atmadıkça hep varolacak sandığımız şeyler
mutsuzluğu onlarla hatırlayacağız
oysa unutamamak ile hatırlamak ayrıdır
üstelik bunu bilmek neyi değiştirecekse
çünkü unutamadığın ne varsa hatırlatmak için
örgütlenmiş bir dünya var dışarıda

kadere paylaştırdıkça suçu
canımız daha mı az acıyacak dersin

zaten aşk;
bir varmış
bir yokmuş.


dENNis

çEpEL

Akıp giderken içinde gizil yalnızlığı
kesik damarında eksik zamanların
ölmeye meyilli bir zehrin parodisi
aklındaki silahla yaşayanlar!
bundan çok seneler evveldi
doğuşunuz vardı gebe bir kavgadan
ya da atlayışınız bir akşam üstü
gözlerinizdeki korkuluklardan

şimdi söyleyiniz, nereye akar pusulası bir nehrin
hangi eşgalle teslim olunur
bir kavmi yokeden salgından
nerededir elleri hangi ölünün cebinde
penası kayıp bir rapsodinin
ah bilseniniz bir bilseniz
hiçbir hatanın cezası ömür boyu değil
ne unututabilmek bir meydan okuma
ne de sevebilmek bir insanı artık


Binbir vucuttan geçip de
henüz kendinden geçmeyenler!
hiç olmazsa ölmeden bir öykü seçin kendinize
hayattır boş geçeni bile hayatın
ama tek renk ama yarı saydam
aynıdır herkesin özündeki çepel
tanrıya inandıran sizi
her ne varsa çekirdeğinde dünyanın
ömür ki
elbet dağılır avcunuzda
hayat
işaretler bırakır
okuyabilene

dENNis

8 Temmuz 2011 Cuma

ÇÖL SAHİLLERİNDEN MASALLAR

Küçük bir sahil kentinin

her sokağı denize çıkan coğrafyasında

ve belki de yaşam zincirimin

birbirine eklediğim her halkasında

uzun bir ıslık kadar nefessiz ve yorgun

bir masal vardı aklımda kendime uydurduğum





Üç yüz gün izlediğim

yüzsüz kervanlar

gözlerine bant atılmış

hüzün taşıyan dünya!

insan acımasız

öfke anlık

ruh kırılgan

uçsuz bucaksızdı halbuki paranoya

düşlerimle

kendimi boğduğum zamanlar

bir reklam panosu olarak

sürdürdüğüm hayat

duyarlılığın karaya oturan gemisinde

içimdeki düşmandan sakındığım dünya!



Bunca yol gitmişken asla dönülmeyecek bir yolun hayalinde olmak

dokuz canını da aldığım annemin artık beni sevmiyor oluşu

herkesce bilinen ama asla dile gelmeyen şeyler

masallarla da ediniliyor çünkü mutsuzluk

oysa haritamın kayıp parçasıyken zamanın

yekpare olamayan kırılgan anları

derken, günüm geldi öldürdüm nihayet

önümdeki ıssız iklimlerin rahatlığıyla

izini sürdüğüm çöllerin akbabasını





Bir çığlık arıyorum kendime

omurgamı asılı tutmak için

çünkü yeryüzüne inerken giyindiğim hayat

yaptığım hiç bir hilenin

sonucu değiştiremediği garip bir oyun

ve gitmek istiyorum artık bilmediğim bir yerde

bildiğim bir dili konuşuyorken hala

şarkı söyleyebiliyorken kedileri seviyorken

beni çağırıyorken yine de şehrin ışıkları

masallarla ediniliyormuş bak duygusu zamanın

ki benzemiyormuş hiçbir acıya

topuğumu kesen deniz kestanesinin kanı

bir çocuğun annesini çağırışı

ya da kırılışı gökyüzüne tuttuğum aynanın





Mucizenin varolduğu yaşlarda bir çıngırak

sesi uğuldardı uzaklardan ve belki de

intihar teorileri yazdığım ergenlik piyeslerimde

son sahnede oyuna dahil olan

ve tek ayağı aksayan o çocuk kadar

öğreniyordum ben de

bu kasnağı var eden her parçadaki saçma manayı

fakat

daha ellerim bile bilmiyordu bak üşüdügünü

her sokağı denize çıkan şehrimizde

bilyelerimi çalan mazgallar

akıp giden sokaklar

kahvemdeki yılan

adımdaki karavana

belki de bunların hepsi

birer film adı olabilirdi

eğer birbirimize katledilmiş

camdan hayvancıklar hediye etmeseydik



Çöllerin öteki yüzünde duruyorum

boş bir yüzme havuzunun içinde masallar

ergen olmanın sığ sularında durgun bir öğleden sonrası

bir kulaç ötemizden

akıp gidiyorken dünya!

nasıl ki bu yüzyılın boş portresi

kol kola fotoğraf çektiren insanlarsa

kendim için planladığım

bir son var şimdi aklımda





Ne beyaz giyen bedeviler

ne çöl sahillerinde masalsı zaman

yüzümün, ölçeği olmayan haritasında

öldürdüm izinden gittiğim iklimin çekirgesini

vaktiyle çok sorular sormuş bir kadının

artık işe yaramayan organlarıyla yaptığım kolaj

meğer bana ne kadar da benziyormuş

kendime kendime giyindiğim hayat